14 Ocak 2012 Cumartesi

HATIRLA



Uzak kasabaların ıssızlığı var içimde. Huzur evinin bahçesindeyim. Sakinlerinin rahatı için en ince detayları düşünen, pahalı bir yer burası. Banklardan birinde oturuyor. Üzerinde şık döpiyesi, avucundaki tespih tanelerini diziyor. Yanına gidiyorum. Gözlerinin içi gülüyor beni görünce. Tanıdığını sanmıyorum.
“Nasıl? Rahat mısın Anne?”
“İyiyim tabii. Arkadaşlar var.”
Diğer banklarda oturanları izliyorum. Gazete okuyan, bastonuna dayanıp sessizliği dinleyen, hararetle kalu beladan kalma bir konuyu tartışan yaşlılar.
Ağzımda kekremsi bir tat. Bir haftadır doğru düzgün bir şey geçmedi boğazımdan. Mutfak, az sayıdaki renkli hatıraları çağrıştırıyor. İçeri giremiyorum.
Düşüncelerim cisimleşiyor. Gri, boşlukta sallanan bir kübe dönüşüyor iç sıkıntısı. Nedamet getiren bir suçlunun gözlerinde beliriyor pişmanlıklarım, kaçırdığım onca güzel an. Onu alıp buradan gitmek istiyorum. Fakat yapamam. Görünmez sicimlerle bağlı ayaklarım. Dünyalarımız o kadar ayrı ki.
Sadece kendi bildiği bir lisanla konuşuyor. Dünü unutuyor. Lakin otuz sene önce, bir sonbahar akşamı izlediği film aklında. Sözcükleri birbiri ardına lehimliyor, çocuksu bir heyecanla.
“ Açık hava sinemasındaydık. Küçük Sevgilim oynuyordu. Filiz Akın ve Cüneyt Arkın vardı. Sen pipetle gazozunu içiyordun. Gökyüzünde bir yıldız kaymıştı. Sonra film bitti. Sen tutturmuştun Cüneyt Arkınla evleneceğim diye.”
Son tespih tanesini de yerleştiriyor.
“ Renkli taşlar da alırım sana. Belki takı yaparsın.”
“ …”
Yeniden unutuyor. Bulutsu, hayal bir dünyada yaşayan onca insan... Gerçek, Kaf Dağının ardında ıssız bir köy, sadece yaşlıların topraklarında özgürce dolaşabildiği… Sonsuz bir kuyu bütün anıları, yaşanmışlıkları yutuyor, öğütüyor obur karanlığında. Sesler, yüzler kayboluyor, birbirine karışıyor içinde.
Demir, hantal bir kapı var dibinde. Ardında ışıklı, yeni bir ülke…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder