16 Eylül 2010 Perşembe

ADA hikayesinden...

Aydınlık sanrısına tutulmuş yaşlı bir öykücü gibi seyrediyordu gelip geçen vapurları ikinci katın penceresinden. Pek çık insan vardı iskelede bekleşip duran. Kalın paltoları, yün bereleri içinde büzüşüp kalmıştı kimi. Bulvar gazetelerinin, olur olmaz hikayelerin içinde kaybolup gitmişti kimi de. Aralarında sarı pantolonlu bir adam vardı. Elindeki mavi poşeti sıkı sıkı tutuyor, ürkek gözlerle bakıyordu etrafa. Üşümemek için durduğu yerde sallanıyordu. Onunla birlikte poşetin içindeki otlarda savruluyordu bir o yana bir bu yana. Yerden onlarca metre yükseklikteki sokak lambaları yandı birden. Saat altı... Bu saatten sonra azimli bir komutan gibi adayı esir alan gaz lambalarının ve ışıldakların hükümranlığı başlar. Kapılar kilitlenir, sokaklar hızla boşalır. Korku, gezgin ruhunu sürükleyerek gelir çöreklenir adanın üzerine..

10 Eylül 2010 Cuma

KIRMIZI PABUÇLAR dan...


Kelebek ruhum yok ki benim ! Hiç bir zaman olmadı. Uzakların çağrısına hiç kapılmadım. Yağmurlu bir akşamüstü yürüyerek eve gitmeyi bile göze alamamıştım. Kabarık yünlü bir koyun gibi kalabalık servis minübüsüne binip, dışarıdan hızla geçen insanların, trafik lambalarının yalnızlığını seyredalmıştım. Evet... Ben de bir koyun insan olmuştum. Ve soğumuş, yarı bayatlamış bir simit yiyerek kutlamıştım bunu evde. Evde... Evimizde. Dairemiz ana caddeye bakıyor. Akşamları pencereden gördüğüm arabalar, yanıp sönen ışıklar ve deniz sıkıntı veriyor bana. Duvarlarda bir zamanlar çok sevip artık nefret ettiğim tablolar asılı. Salondaki büyük, pastel renkli koltuklar uykudan çok kaybolma hissi vadediyor. Televizyon izlerken aniden minderin içine çekilen bir kadın imgesi beliriyor zihnimde.
Evin değişik köşelerinde çevirilecek metinler, çalışma masasının çekmecesinde iki sigara ve mutfaktan gelen kızarmış tavuk kokusu... Birazdan yanacak. Gidip altını kapamalı. Aynaya da bakmalı giderken. Çizgiler, çubuklar gerilmeli. Ne garip bir yüzdür ortaya çıkan ! Çekik gözleri ve mahsun duruşu ile bir yarı Japon. On bir yılın ardından hala anne olamayan cefakar bir geyşa. "Benim olmayan bir çocuğu sevemem" diyen birine ısrarla, anlamsız bir görev bilinciyle sarılan
bir sarmaşık.

5 Eylül 2010 Pazar


Dolores'in sesini duyuyorum
Beni çağırıyor...
Saçlarımı kumların üzerine özenle bırakırken
Ve ağır aksak
Yaşlı bir kadın gibi yürürken sonsuzluğun izinden
Mavi ağacın yapraklarından örtünmeliyim...

Uykuya ihtiyacım var
Deniz fenerime, onun yanına giderken
Soğuğa ihtiyacım var
Biliyorum ki bir andan ibaret her şey
Mevsimlerin ard arda bir oyunmuşçasına gelmesi de öyle
Gölgelerimi ver bana
Sahildeki tepenin üzerinde
Bir başına oturabilmek için
Onlara ihtiyacım var...