10 Eylül 2010 Cuma

KIRMIZI PABUÇLAR dan...


Kelebek ruhum yok ki benim ! Hiç bir zaman olmadı. Uzakların çağrısına hiç kapılmadım. Yağmurlu bir akşamüstü yürüyerek eve gitmeyi bile göze alamamıştım. Kabarık yünlü bir koyun gibi kalabalık servis minübüsüne binip, dışarıdan hızla geçen insanların, trafik lambalarının yalnızlığını seyredalmıştım. Evet... Ben de bir koyun insan olmuştum. Ve soğumuş, yarı bayatlamış bir simit yiyerek kutlamıştım bunu evde. Evde... Evimizde. Dairemiz ana caddeye bakıyor. Akşamları pencereden gördüğüm arabalar, yanıp sönen ışıklar ve deniz sıkıntı veriyor bana. Duvarlarda bir zamanlar çok sevip artık nefret ettiğim tablolar asılı. Salondaki büyük, pastel renkli koltuklar uykudan çok kaybolma hissi vadediyor. Televizyon izlerken aniden minderin içine çekilen bir kadın imgesi beliriyor zihnimde.
Evin değişik köşelerinde çevirilecek metinler, çalışma masasının çekmecesinde iki sigara ve mutfaktan gelen kızarmış tavuk kokusu... Birazdan yanacak. Gidip altını kapamalı. Aynaya da bakmalı giderken. Çizgiler, çubuklar gerilmeli. Ne garip bir yüzdür ortaya çıkan ! Çekik gözleri ve mahsun duruşu ile bir yarı Japon. On bir yılın ardından hala anne olamayan cefakar bir geyşa. "Benim olmayan bir çocuğu sevemem" diyen birine ısrarla, anlamsız bir görev bilinciyle sarılan
bir sarmaşık.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder