3 Şubat 2010 Çarşamba

CADI


Günlerden bir gün, bin yüz otuz iki numaralı siyah at gökyüzünde koşmaya başladığı zaman aniden havanın kararacağını ve doğduğum evi özlemeye başlayacağımı biliyorum... Nasıl uzun ince bir yolda giderken geriye dönüp baktığımda bütün beyaz evleri sular altında sarmaşıklarla çevrilmiş olarak göreceğimden eminsem, bundan da o kadar eminim. Karşı bahçenin dikenli tellerle çevrili ıssız toprağına sarı hırkalı, tanımadığım bir sürü insan dolacak. Eski bir zamanda kaybolmuş maymunlarının ve köpeklerinin ruhlarını aramaya başlayacaklar. Fırtına kopacak. Yağmurun deli deli bağıran sesi yankılanacak boşlukta. Ve hırkaları kurşuni bir akşam rengini alacak... Ama ben, son işareti bekleyeceğim kalkıp gitmek için. Camın kenarında duran beyaz örtülü sedirin üzerine yatacağım elimi başımın altına koyup gökyüzüne bakacağım onun en uzaktaki diyarlarını görürmüşçesine...
Gözleri vücudundaki irili ufaklı bütün hücrelerle birlikte gece mavisi semaya kilitlendiğinde büyük, çok büyük bir gezegen gördü. Yeryüzünün her renginin rastgele bir yuvarlağa fırlatıldığını hayal et. İşte böylesine bir renk alemi içinde dönüyordu gezegen.
- Vakit geldi diye düşündü. Gün doğmadan, goncalar güle dönüşmeden, mezarlıktaki sardunyalar açmadan gitmeli. Pencereyi açtı. Kayalıklarda, yumurtalarının üzerinde uyuyan deniz kuşlarını en derin rüyalarına götüren yumuşak ve tatlı bir meltem esti yüzüne doğru. Yüz yıl önce ağaçların en uzun geceyi yaşadığı, denizlerin artık meçhul bir geleceğe doğru akmaktan vazgeçtiği, alabalıkların yeryüzüne çıkıp doğacak bir hilkat garibesini beklediği gün gözlerini açtığı o hayal evini düşündü şiddetli bir istekle. Ne yapması gerektiğini biliyordu. Elleriyle göğsünün ortasından ileriye doğru bir kavis çizdi. Binlerce parıltı yağdı üzerine yağmur misali. Ve işte oradaydı....
İki katlı, terkedilmiş, yalnız bir evin üst katındaki yatak odasında kırık bir iskemlenin üzerinde oturuyordu. Çocukken dünyanın dört bir tarafından topladığı yaprakları, yarasaları, bebek bulutları aradı gözleri. Hiçbirini bulamadı. Bahar kokulu bir öğle üzeri, tavanı camla kaplı yeşil odası dipsiz bir kuyunun en sonundaydı artık. Baktığında kızıl saçlı ve mavi gözlü o güzel kadını göreceğini bilse on binlerce ayna toplardı başına. Ama hatırlayamadığı bir zamandan beri bakmıyordu kırık bir cam parçasına bile. Ayağa kalktı. Geri geri kapıya doğru yürüdü. Vakit geldi dedi tekrar. Yarı açık olan pencereye doğru ilerledi içinde bu küf kokan, virane evi bırakmanın acısıyla ve kendini boşluğa bıraktı. Bir an bocaladı. Sonra bir zamanlar
Babaannesinin söylediği bir söz geldi aklına.
- Cadılar sadece ölürken uçabilirler. Haykırmak istedi bunu tüm insanlara. Yapmadı. İki ayaklı kötüleri sakat kurbağalara çevirecek kadar bile güç yoktu içinde. Bitmişti. Korkmamalıyım dedi kendi kendine. İstesem de düşemem. Gök kubbenin en tepesinde duran serçenin tüyü aşağı doğru süzülerek inerken nasıl arada sırada rüzgarın etkisiyle yükselirse o da öyle uçmaya başladı göğe doğru.... Ve o derin karanlıkların ortasında yılan şeklinde bir ışık denizi gördü. Bizim cennetimizde orası herhalde diye düşündü. Gittikçe yaklaştığı bu parıltı ona bir şiiri hatırlattı. Rüzgarsız bir sabah vakti insan boyu otların ona okuduğu bir şiir:
Geceler güzeldi
Gündüzler daha güzel
Ama sen....
Üzerinde bir demet papatya
Ölümden de güzelsin.
Biçimsiz başını kendini sonsuza kadar ağırlayacak olan dünyanın çoban yıldızı renkli girişine sokarken, gözleri, elleri, bedeni bu ışık dünyası içinde binlerce parçaya bölünürken, kaygı endişe.... Hepsi kaybolup gitti. Sonra bir oldu bütün bu çevresindekilerle. Son bir gayretle arkasına dönüp baktığında, kapanmakta olan beyaz bir delikten kıpkırmızı bir dünya gördü. Kötülerin iki ayaklı sakat kurbağalara döndüğü, masum insan yavrularının doğduğu evin önünden geçerken içeri girip salonda, şöminenin üzerinde kızıl saçlı, mavi gözlü güzel bir kadının yağlı boya resmine hayran hayran baktığı bir dünya... Bir huzurla kapattı gözlerini. Yüz yıllık yorgunluğunu dinlendirmesinin, yağmurların mavi mavi yağmasının artık vakti gelmişti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder