16 Mayıs 2010 Pazar

ENTROPİ


Sıcak / Bilinç ve Işık… Kulağımda Henry Purcell’in yüzyıllar ötesinden gelen şarkıları, minübüsün ön koltuğunda aklıma gelen cümleleri yazıyorum not defterime. Tüylü kalemim şoförün dikkatini çekiyor. Senin hediyen. Geçen sene almıştın. Yaklaşık on beş dakikadır Zincirlikuyu’ya varamadık. İçerideki herkes yorgun. Ağır çekim bir filmdeki gibi başlarını sağa sola çeviriyor, sıkıntıdan çantalarını karıştırıyorlar, Alice’in tavşanı çıkacakmış gibi. Ter ve parfüm kokusu birbirine karışmış… Az ilerideki üst geçidin merdivenlerini çıkan bir kadın çarpıyor gözüme. Eflatun rengi elbisesi, gri yazlık şapkası ve çantasıyla zamanın dışından gelmiş gibi. Yukarı çıkınca durup, aşağıda duran arabalara bakıyor ve el sallıyor. Çevrenin hayret dolu bakışlarını göze alarak karşılık veriyorum. Gülümsüyor. On adım sonra kalabalığın içinde kaybediyorum onu. Minibüs hareket ediyor. Pencereden içeri giren serinlik, geride kalan mevsimin son nefesini fısıldıyor kulaklarıma. “Bir İran kedisinin duyarlılığyla bakmak ne güzel” diye yazıyorum defterime. “Arada kalan fakat yakalanamayan bütün anların biriktiği bir heybe var elimizde. İçinde bizi biz yapan ya da eksilten adımlar.” Defteri kapatıyorum. Yeni öykümün başlangıç cümleleri bunlar. Deminki kadını kaldırımda yürürken görüyorum bu kez. Kırlaşmış saçlarına rağmen tanıyorum onu. Siyah beyaz bir resmin parçası gibi. Gözleri hüzünle bakıyor.
- Şehrin hayaletleri diyorum yüksek sesle. Şoför şaşkın.
- Bir şey mi söylediniz ?

- Hiç diyorum. Trafik açılıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder